‘SPORDA İNSANIN FİZYOLOJİK SINIRLARI’

‘Çünkü insan çok boyutlu bir varlık ve öteki boyutlarında ufuklar daha açık. Fizyolojik boyutlarını ortaya çıkaran spordaysa türümüz, doğal sınırlarına yaklaşıyor gibi. Ancak, uluslararası karşılaşmalar, özellikle de olimpiyatlar artık sporculardan çok ülkelerin madalya sayısıyla ölçtükleri bir prestij yarışı haline geldiğinden, bu sınırları zorlamak, ötesine geçmek için büyük bütçeli bilimsel araştırmalar sürdürülüyor. Sonuçta sporcular, dürüstlükle hilenin kolayca ayırt edilemediği bir gri bölgede performanslarını ortaya koyuyorlar. Atina Olimpiyatları?nın, insan sınırları üzerinde uyandırdığı ilgi, bir sonraki olimpiyata kadar sönmeden, insan performansı, bunları artırmanın dürüst ve hileli yollarını konu alan bilimsel makalelerden bir derleme sunalım istedik.

Afrika?nın Sırları
1968 yılında Mexico City?deki Olimpiyat Oyunları?nda Kip Keino adlı Kenyalı bir atlet Batılı rakiplerine fark atıp, üstelik bir de dünya rekoru kırıp 1500 metrede altın madalyayı alarak herkesi şaşırtmıştı. Artık kimse şaşırmıyor. Herkes biliyor ki orta ve uzun mesafelerde madalyalar Kenyalıların. Günümüzde 3000 metre steeple pist koşusuyla 15, 20 ve 25
kilometre yol yarışlarında, yarı-maraton ve maratonda dünya rekorları Kenyalıların. Kenyalı kadın atletlerinde erkeklerden geri kalır tarafı yok. Onlar da maratonun ve uzun yol koşularının rakipsiz favorileri. Kenyalı atletlerin madalya tutkularının yanısıra bir başka özellikleri de var: Büyük çoğunluğu, Kenya?nın ünlü Rift (fay) Vadisi?nin küçük bir bölgesinde yaşayan ve Kalenjin diye adlandırılan bir kabileler topluluğundan geliyorlar. Kenyalıların bu başarısının sırrı, tahmin edilebileceği gibi pek çok ülkenin araştırmacılarını uzun süre meşgul etti. Kuramlar geliştirildi. Acaba yüksek irtifa mı ciğerleri büyütüp etkili oksijen kullanımını sağlıyordu? Bu insanların mısır ağırlıklı diyetlerinin bir rolü olabilir miydi? Çocuklar okula koşarak gittikleri için mi dayanıklı atletler haline geliyorlardı? Belki de başarının bu etnik ve folklorik özelliklerle bir ilgisi yoktu ve Kenyalı atletler başkalarının dayanamayacağı kadar ağır bir antrenman programıyla yarışlara hazırlanıyorlardı.
Bu arada başka bir grup araştırmacı da benzer sorularla bir başka Afrika sırrını aydınlatmaya çalışıyorlardı. Neden ataları kıtanın öteki yakasından, Batı Afrika?dan gelen sporcular dünyanın en iyi hız koşucuları oluyorlardı? Kenyalılar efsanesinin sırrının çözülmesine, Danimarka?daki Kopenhag Kas Araştırmaları Merkezi?nin İsveçli yöneticisi Bengt Satlin öncülük etti. 1990?lı yıllarda Satlin?in ekibi, Kenyalı ve İskandinavyalı koşucuların fizyolojik yapılarını ve her iki taraftan spora yeni başlayan acemi koşucuların ?eğitilebilirlik? derecelerini karşılaştırmaya başladı. Aradan 10 yıl geçtiğinde Kenyalıların direnç gerektiren koşulardaki üstünlüğünü açıklamak üzere geliştirilen popüler kuramlar birer birer çökmeye başladı Bilmecenin anahtarı coğrafi yükseklikte yatmıyordu. Çünkü Kenyalılarla İskandinavların oksijen tüketme kapasiteleri arasında bir farklılık görülmüyordu. Kenyalıların diyetleri de gerekli bazı amino asitler, vitaminler ve hatta yağ açısından oldukça zayıftı. Okula koşma hipotezide ayakta kalamadı. Çünkü artık Kenyalı okul çocukları da Danimarkalı yaşıtlarından daha hareketli değillerdi. Belki Kenyalıların yorgunluğa daha fazla dayanıklı olmaları, bir ipucu sağlayabilirdi. Oksijensiz kalmış, yorgun kaslarca üretilen laktat adlı madde, kanlarında daha yavaş toplanıyordu. Dolayısıyla Kenyalılar, aynı miktarda oksijen soluyarak Avrupalılardan %10 daha fazla koşabiliyorlardı. Bu da sorunun çözülmesine yardımcı oldu. Nasıl ki aerodinamik tasarımlı bir spor arabanın yakıt verimi daha fazla oluyorsa, Kenyalı spocuların ?tasarımı?da kendilerine aynı yakıt verimliliğini sağlıyor. Geçtiğimiz aylarda bir BBC televizyon belgeseli Kalenjin halkını şöyle betimlemiş: ?Kuş bacağını andıran bacakları var. Çok uzun, çok çok ince çıtalar adeta. Bunlar üzerinde yaylana yaylana, kayar gibi gidiyorlar? Saltin?in ekibi bu tarifin daha ince bir ölçüsünü almış. Danimarkalılarınkine kıyasla Kenyalıların baldırlarında 400 gram daha az et bulunuyor. Bir ağırlık, kütleçekimi merkezinden ne kadar uzaksa, onu hareket ettirmek için daha fazla enerji gerekir. Saltin?in ekibi, koşucularda bileğe takılan 50 gramlık bir ağırlığın, oksijen tüketimini %1 oranında artıracağını hesaplamış. Bu durumda Kenyalıların ince baldırları, kilometre başına %8 enerji tasarrufu sağlıyor. Ancak Saltin?in bulguları, ince bacaklar ve sağladığı avantajlardan ibaret değil. Kenyalı koşucuların iskelet kaslarında yüksek laktat döngüsüne karşılık düşük laktat üretimini sağlayan bir enzim görece yoğun.
Saltin?e göre bu, yağ asitlerini oksitleyecek olağanüstü yüksek bir kapasite yaratıyor, böylece de kasların biyokimyasal tepkimelerinden daha fazla enerji sağlanabiliyor. Yoğun antrenmanlar, vücudun biyokimyasını değiştirdiğinden Saltin, gözlediği enzim düzeylerinin çalışmaktan mı kaynaklandığı, yoksa genetik kökenli mi olduğu konusunda kesin birşey söyleyemiyor; ancak, ?kalıtımsal olduğunu sanıyorum? diyor. Avustralya?daki Sydney Üniversitesi?nden egzersiz fizyoloğu Adele Wilson başkanlığındaki bir ekibin Güney Afrikalı siyah atletler üzerinde yaptığı deneylerin sonuçları da Kopenhag grubunun bulgularıyla örtüşüyor. Deneylerde, koşu performansları Kenyalılarınkini andıran Güney Afrikalı siyah atletler beyaz koşucularla karşılaştırılmışlar. Her iki grubun da VO2 max değerleri aynı çıkmış. Yani maksimum efor sırasında dakikada vücut ağırlığının her kilosu için aynı oksijen miktarını kullandıkları belirlenmiş. Ancak, siyah koşucuların oksijeni daha verimli biçimde tükettikleri görülmüş. Siyah koşucular maksimum hızda dönen bir koşu bandı üzerinde beyazların iki katı süreyle kalabilmişler. Kenyalılarda olduğu gibi Güney Afrikalı siyahların da daha az laktat biriktirdikleri ve kaslarındaki enzim düzeylerinin yüksek olduğu ortaya çıkmış. Doğu Afrikalılar uzun mesafe koşularında başı çekerken, Batı Afrika kökenliler de kısa mesafelerde kendilerini gösteriyorlar. Batı Afrikalılar üzerinde fazla deney yapılmamış, ama avantajları konusunda bazı olgusal kanıtlar var. ABD?li siyahların çoğunluğunun da mensup bulunduğu Batı Afrika kökenli atletler, 100-metre kategorisinde yapılan son 500 yarışın, altısı dışında hepsini kazanmışlar. Son çalışmalar, Batı Afrikalı atletlerin beyazlara kıyasla daha yoğun kemiklere, daha az vücut yağına, daha dar kalçalara sahip olduklarını, uzun bacaklarının üst kısımlarının daha kalın, baldırlarının daha ince olduğunu göstermiş. Batı ve Doğu Afrikalılar arasındaki farklarsa daha da ilginç. Ünlü Kenyalı koşucular küçük yapılı, ince ve 50-60 kilo ağırlıkta olurken, Batı Afrikalı atletler daha uzun ve 30 kg kadar daha ağır oluyorlar. Aradaki farklılıklar yalnızca vücut biçimlerinde değil. Afrikanın iki yakasındaki atletlerin hakim kas liflerinin tipleri arasında da farklılıklar var. Bilim adamları, büzüşme hızlarına göre kasları iki ana gruba ayırıyorlar. Tip 1 ya da ?yavaş seyiren? kaslar ve Tip II, hızlı seyiren kaslar. Bu sonuncusu da yine kendi içinde ikiye ayrılıyor. Tip IIa diye adlandırılan, hızlı ve yavaş seyirenler arasında bir orta durak olan kas tipiyle, süperhızlı seyiren Tip IIb kaslar. Mukavemet koşucuları genellikle daha yoğun kılcal damar ağlarına ve çok daha fazla sayıda mitokondriye sahip olan Tip I kas lişerine sahip oluyorlar. Kısa mesafe koşucularının kaslarıysa genellikle Tip II grubundan. Bunlar çok miktarda şeker ve oksijen eksikliğinde bunları yakan bol miktarda enzim içeriyorlar.1980?lerde Kanada?daki Laval Üniversitesi?nden Claude Bouchard?ın ekibi, Fransız kökenli beyaz Kanadalılarla, Batı Afrikalı öğrencilerin üst bacak kaslarından iğneyle biyopsi örnekleri almış. Afrikalıların kaslarındaki hızlı seyiren lif oranı %67,5 olurken, bu oran Kanadalı Fransızlarda %59 olarak belirlenmiş. Saltin?e göre mukavemet koşucularındaki kasların %90 ya da daha yukarısı yavaş seyiren liflerden oluşuyor.

Bir Cevap Yazın